hani düşüncelerimize kurulan yerler vardır ya sanki hayatımız orayı bulmaya adanmıştır.

12 Aralık 2011 Pazartesi

YASAK üzerine bir ''alıntı''

''Modern dünya Foucault’nun anlattığı gibi bir dizi disiplin rejiminin inşa edilişiyle tanım kazanıyorsa, yasak kavramını tartışmak ilk bakışta bekleneceğinden çok daha fazla bir düşünsel emek gerektiriyor. Kimin ve neyin sağlıklı, doğru, ahlaki, anlamlı, meşru, vs. olduğunu ortaya koymadan hala konuşamıyorsak, yasaktan konuşmayı da sürdüreceğiz demektir. Kimlerin onaylanmışlık alanının içinde, kimlerin dışında kalacağına sürekli kararlar vermek gerekiyorsa, yasaklar da üretilmeyi sürdürecektir. Ama, artık ironik bile olmayan bir durum var: Giderek yaygınlaşıp içeriksizleşen özgürlük ve demokrasi söylemleri ortada sanki yasağın kendisinden başka yasaklanmış bir şey kalmamış izlenimini yaratmış bulunuyor. Siyasetten mimarlığa hemen her alanda dünya adeta özgürlükten sarhoş olmuş gibi… ‘’Siyaseten doğrucu’’ söylemler sayesinde, ırkçılık Alman Dazlakları gibi küçük bir grup meczubun tekelinde (sanki). Liberal söylemler ekonomik yasakları çoktan gömdü (sanki). Diktatörler çağı kapandı (sanki). Öyle ya, herkes Arap sokaklarındaki özgürlükçü atılımı alkışlıyor (sanki). Mimiarlıkta tasarımsal eylemleri sınırlayan hiçbir engel ne mutlu ki kalmadı (sanki). Artık her biçim, teknik ve imkanı kullanarak mekan ve yapı üretme imkanı var (sanki). Modernist kalıpları kırdık (sanki). Sanatçılar neyi ifade etmek isterlerse özgürce dışavurabiliyorlar (sanki). Tracy Emin sanat adına, kullanılmış hijyenik pedlerini bile özgürce sergilemedi mi?
Bunların hepsi de –kuşkusuz Avrupa ve ABD’de- yasakları büyük oranda aşmış, en azından tartışmalı kılıp altını oymuş bir çağda yaşadığımızı düşündürtüyor. Özgürlükçülük çileli uğraşlardan sonra nihai zaferini kazanmış gibi… yapılması gereken, onu şu Kaddafi’yi devirmeye soyunanların yaptığı biçimde, yeryüzünün daha az talihli yörelerine yaymaktan ibaret (sanki). Ama aslında tam da bu anda, yasak-özgürlük dikotomisinin ya da simetrisinin ebediyen gömüldüğünden kuşkuya düşmenin zamanıdır. Özgürlükçülük, yasaklayıcı iradeyi küçücük bir toplumsal cebe sıkıştırıp yalıtmayı gerçekten başardı mı? Sadece dinazorlar mı direniyor özgürlüklerin şanlı yükselişine? Yoksa, yakın zamana kadar çok daha naif ve çocuksu olan, çünkü geleneksel dillerin köhne kavramlarıyla ifade edilen yasaklar ve tabular bugün yeni bir yapılanma yaşayıp, Foucault’un tarif ettiğinden çok daha karmaşık bir disipliner sisteme doğru mu evriliyorlar? Bence olup biten bu sonuncusu.
Yasaklar bugün biçimlenme engelleri ve artifaktların ve teknolojilerin zorlayıcı kullanım örüntüleri, hepsinden önemlisi de, ahlaki normları tanımlamıyor. Yani, ‘’bulut gibi bina mı olur’’, ‘’yere teyp bantlarını saçmak sanat mı’’ şeklinde sorular sorup sanatsal davranışlara yasaklar dayatmak artık en azından zor. Hatta, bazı toplumsal zeminlerde ayıp bile. Belli ki biçimler denetim tutmuyor. Öte yandan, bilgisayar kullanımına, titanyum cephe levhalarına, dijital modellemeyle statik çözümler üretmeye vb.’ne karşı çıkan da yok. Besbelli ki, teknolojiye yasak koymayı önermek de artık gündemimizden düştü. Bir zamanlar –örneğin 1920’lerde – mimarları meşgul eden toplumsal sorumluluk söylemleri gündemden düşeli beri, toplum yararına olmayana işaret etmek bile artık kolay değil. Hiçbir siyasal ve dinsel görüşe yasak dayatmanın savunulur tarafı da kalmamış izlenimini veriyor. Özetle, neredeyse ortada yasak yok.
Acaba öyle mi? Belki de ortadan kalkan yasaklamalar değil de, Erken Modern dünyaya dinamizmini veren şeydir: Eleştirel pozisyon alma imkanımız… Yasak yoksa , ona yönelik muhalefet de yoktur. Belki özgürlüğün kendisi değil de illizyonu hepimizi susturmaktadır. Herkesin özgürlükten yana olduğu bir dünyada kim, kime , nasıl karşı çıkacak, direnecek, bu sayede de yeni varoluş ve düşünme imkanları üretecektir? Geçmişte apaçık gözüken kolay hedef niteliğindeki yasaklar, eleştirel pozisyon almayı da alabildiğine kolay hedef haline getiriyordu. Kuşkusuz, eleştirel pozisyon alanları da kolay hedef kılıyordu. Şimdilerde bu kolaylığın ortadan kalkışıyla bağlantılı olarak düşünce de tıkanıyor. Artık muhalefet üretemediğimizin (siyasal kanıtlarına hiç değinmeyeceğim) en azından mimari ve sanatsal kanıtları ortada. Sözgelimi, avangart söylem ve yaklaşımlar tarih olmuş gibi gözüküyor. Onları vareden dinamik, yasaklanmış olanı, kutsallaştırılmış ve kurallaştırılmış olanı, ya da sadece genelgeçer hale geleni hırpalamaktı. Yaklaşım ve düşünceler böylelikle daha doğdukları gün eskimiş oluyorlardı. Ütopik düşüncenin de benzer bir toplumsal dinamiğin ürünü olduğu söylenebilir. Bugünün kurulu düzeni ve onu kısıtlama kısıtlılıkları reddedilerek radaikal bir gelecek önerisinin altlığını oluşturuluyordu. Eleştirel pozisyonun yılıkışı, eskitilemeyen, dolayısıyla dönüştürülemeyen, çünkü insafsızca tartışılamayan bir düntada yaşamaya başladığımıza işaret ediyor. En azından Kuzey Kore, Libya, İran vb. Erken Modern geçmişe ait köhne yasaklamacı zihniyetler haricinde dünya böyle. Onlarda hala yasaklara direnmenin kolay eleştirel pratikleri çalışabiliyor. Avrupa ve ABD (ilginçtir, Türkiye) ise yepyeni bir sözde-özgürlükçü karanlık ufka işaret ediyor. Bunu isteyen bir ‘’ortaçağlaşma’’ olarak adlandırabilir. Muhafazakar taraftan bakanlar, durumu ‘’tarihin bittiği yer’’ olarak da okuyabilirler. Bense, totalitarizm, faşizm gibi terimleri anlamsız kılan yeni bir hiper-otoriter düşünce rejimine doğru ilerlediğimiz şeklinde yorumlamayı tercih ediyorum.
Özgürleşme imkanlarının genişlediğini düşünenlere, her ölçekte ve her estetik ve düşünsel alanda çevrelerine bir kez daha bakmaları önerilir.''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder