hani düşüncelerimize kurulan yerler vardır ya sanki hayatımız orayı bulmaya adanmıştır.

18 Aralık 2011 Pazar

Küçük Bir Kız Var İçimde

Küçük bir kız var içimde
İnanır hala gökkuşağının ardındaki altın küpüne
Hala çikolatada saklıdır onun mutluluğu
Ve hala delicesine canını yakar oyuncağının kırılması
Bir salıncak savuruverir tüm dertlerini uzaklara
Güneşin doğuşuyla her gün yeni bir oyuna adım atar
Akşam olunca dağılır oyun arkadaşları
O yorgun, evinin yolunu tutar
Ve bilir ki güneş batar her gün, tek bir sebepten:
Çünkü ancak o zaman yanındadır tüm sevdikleri
Ay her şeyin farkında, yeniden doğar her gece birlikteliklere
Küçük bir kız var içimde
Annesiyle ay ışığında yaptığı balkon sohbetlerini özler hep
Babasının kurduğu salıncaklar aklının bir köşesindedir
Ablasının sürprizleri, abisinin sevgisi hafızasının en canlı öğeleridir
Kardeşiyle her seferinde mini savaşlara dönen oyunlarını özler
Ne var ki şimdi ne salıncaklar vardır hayatında ne de oyuncaklar
Güneş yine doğar her gün ama yeni oyunlar değildir onu karşılayan
Bir telaşla geçen günleri yorar bedenini
Yıldızlar her gece aya eşlik etse de onun için
O ay ışığından habersiz yumar gözlerini
Artık ne sevdikleri bir aradadır çünkü, ne de başucunda hayalleri vardır
Belki de tek gerçeği fotoğraflara özlemle bakan gözleridir
*ŞSY (Ocak2009)

14 Aralık 2011 Çarşamba

Günaydın:) Bugün 14 Aralık. Bir çokları için herhangi bir gün ama benim için bambaşka! Bugün çocukluk arkadaşımın, dert ortağımın, mutluluğuma mutluluk katan insanın doğum günü. Yıllar önce başladı dostluğumuz, neler yaşamadık ki... Uzun sahil yürüyüşlerimizde neler konuşmadık... Onu çok seviyorum. İyi ki doğmuş, iyi ki hayatımda. Mutlu ol Seramonikam:)

13 Aralık 2011 Salı

Hissedenlere…
Kulak verdiğiniz oldu mu ağustos böceklerine ya da uyuyan minik bir bedenin nefes alıp verişlerini duyabildiniz mi gerçekten? En önemlisi kalbinizin sesini ne derece dinlediniz? O, ‘’ben güm güm atıyorum’’ derken ne kadar yaşadınız bugünü, ben yaşamak istiyorum derken içinizdeki nasıl gem vurdunuz duygularınıza?
Sorular çoğalırken zihninizde bir cevabı olan herkese sırtınızı döndünüz. Yardımı esirgediniz kendinizden, belki acizlik dediniz buna, belki de çaresizlik… İkisi de aynı kapıya çıktı sonunda ve siz gün geldi son defa yumdunuz gözlerinizi, bir daha hiç açamayacak olmanın verdiği endişeyle… Halbuki bakıp görmeyen, duyup dinlemeyen, dokunup hissetmeyen siz kim bilir neler katabilirdiniz bu hayata…
Ne var ki sürekli ertelediniz yaşamı, mutlu olmamak için hep bir bahaneniz oldu ve hiç tutamadınız dilinizi ve hep susturdunuz haykırmanız gereken her cümleyi, çekinmediniz ve öfkeniz bir yumruk gibi indi her seferinde aslında sadece yüreğinize… Her darbe sertleştirdi sizi, güçlendiğinizi zannederken daha bir kırılgan oldunuz fark etmeden…Yazık ki hissedemediniz ne rüzgarı, ne yağmuru… Elinizdeki çamuru sadece dünyayı daha çok kirletmek için kullandınız, çünkü onu özüne döndürebilecek ne bir yaratıcılık vardı sizde ne de o yürek vardı içinizde…
Bir savaş meydanında ayakta kalan tek er gibi hissediyorum kendimi yine de inancımı yitirmeden haykırıyorum eğer aranızda yaşayanlar varsa uzatsın elini, açsın gözünü ve devam etsin yoluna. Hala varsa hissedebilenler korkmasınlar hiçbir şeyden ve inadına mutluluk desinler tüm bu nefes alan ölülere rağmen… *ŞSY

‘’İnsan her gün bir parça müzik dinlemeli, iyi bir şiir okumalı, güzel bir tablo görmeli ve mümkünse birkaç mantıklı cümle söylemelidir.’’ Goethe

12 Aralık 2011 Pazartesi

Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sından;

‎"Yaşamak... Tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek yaşamak... Herkesten daha çok, daha kuvvetli yaşadığını, bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak... Ve bilhassa bütün bunları anlatacak bir insanın mevcut olduğunu düşünerek, onu bekleyerek yaşamak..."

Küçük Prens'ten;

“Sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin” dedi tilki. “İnsanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. Her şeyi dükkandan hazır alırlar. Ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de, hiç arkadaşları olmaz. Eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni!”
“Ne yapmam gerekiyor peki?” diye sordu küçük prens.
“Çok sabırlı olman gerekiyor. Önce çimenlerin üstüne, biraz uzağıma oturmalısın. Ben gözümün ucuyla seni izleyeceğim, sen hiçbir şey söylemeyeceksin. Sözcükler yanlış anlamalara neden olurlar. Ama her gün, biraz daha yakına gelebilirsin.”
Ertesi gün küçük prens yine geldi.
“Her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki. “Örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. Zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum. Saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. Mutluluğun bedelini öğrenirim.''
*Antoine de Saint-Exupéry

YASAK üzerine bir ''alıntı''

''Modern dünya Foucault’nun anlattığı gibi bir dizi disiplin rejiminin inşa edilişiyle tanım kazanıyorsa, yasak kavramını tartışmak ilk bakışta bekleneceğinden çok daha fazla bir düşünsel emek gerektiriyor. Kimin ve neyin sağlıklı, doğru, ahlaki, anlamlı, meşru, vs. olduğunu ortaya koymadan hala konuşamıyorsak, yasaktan konuşmayı da sürdüreceğiz demektir. Kimlerin onaylanmışlık alanının içinde, kimlerin dışında kalacağına sürekli kararlar vermek gerekiyorsa, yasaklar da üretilmeyi sürdürecektir. Ama, artık ironik bile olmayan bir durum var: Giderek yaygınlaşıp içeriksizleşen özgürlük ve demokrasi söylemleri ortada sanki yasağın kendisinden başka yasaklanmış bir şey kalmamış izlenimini yaratmış bulunuyor. Siyasetten mimarlığa hemen her alanda dünya adeta özgürlükten sarhoş olmuş gibi… ‘’Siyaseten doğrucu’’ söylemler sayesinde, ırkçılık Alman Dazlakları gibi küçük bir grup meczubun tekelinde (sanki). Liberal söylemler ekonomik yasakları çoktan gömdü (sanki). Diktatörler çağı kapandı (sanki). Öyle ya, herkes Arap sokaklarındaki özgürlükçü atılımı alkışlıyor (sanki). Mimiarlıkta tasarımsal eylemleri sınırlayan hiçbir engel ne mutlu ki kalmadı (sanki). Artık her biçim, teknik ve imkanı kullanarak mekan ve yapı üretme imkanı var (sanki). Modernist kalıpları kırdık (sanki). Sanatçılar neyi ifade etmek isterlerse özgürce dışavurabiliyorlar (sanki). Tracy Emin sanat adına, kullanılmış hijyenik pedlerini bile özgürce sergilemedi mi?
Bunların hepsi de –kuşkusuz Avrupa ve ABD’de- yasakları büyük oranda aşmış, en azından tartışmalı kılıp altını oymuş bir çağda yaşadığımızı düşündürtüyor. Özgürlükçülük çileli uğraşlardan sonra nihai zaferini kazanmış gibi… yapılması gereken, onu şu Kaddafi’yi devirmeye soyunanların yaptığı biçimde, yeryüzünün daha az talihli yörelerine yaymaktan ibaret (sanki). Ama aslında tam da bu anda, yasak-özgürlük dikotomisinin ya da simetrisinin ebediyen gömüldüğünden kuşkuya düşmenin zamanıdır. Özgürlükçülük, yasaklayıcı iradeyi küçücük bir toplumsal cebe sıkıştırıp yalıtmayı gerçekten başardı mı? Sadece dinazorlar mı direniyor özgürlüklerin şanlı yükselişine? Yoksa, yakın zamana kadar çok daha naif ve çocuksu olan, çünkü geleneksel dillerin köhne kavramlarıyla ifade edilen yasaklar ve tabular bugün yeni bir yapılanma yaşayıp, Foucault’un tarif ettiğinden çok daha karmaşık bir disipliner sisteme doğru mu evriliyorlar? Bence olup biten bu sonuncusu.
Yasaklar bugün biçimlenme engelleri ve artifaktların ve teknolojilerin zorlayıcı kullanım örüntüleri, hepsinden önemlisi de, ahlaki normları tanımlamıyor. Yani, ‘’bulut gibi bina mı olur’’, ‘’yere teyp bantlarını saçmak sanat mı’’ şeklinde sorular sorup sanatsal davranışlara yasaklar dayatmak artık en azından zor. Hatta, bazı toplumsal zeminlerde ayıp bile. Belli ki biçimler denetim tutmuyor. Öte yandan, bilgisayar kullanımına, titanyum cephe levhalarına, dijital modellemeyle statik çözümler üretmeye vb.’ne karşı çıkan da yok. Besbelli ki, teknolojiye yasak koymayı önermek de artık gündemimizden düştü. Bir zamanlar –örneğin 1920’lerde – mimarları meşgul eden toplumsal sorumluluk söylemleri gündemden düşeli beri, toplum yararına olmayana işaret etmek bile artık kolay değil. Hiçbir siyasal ve dinsel görüşe yasak dayatmanın savunulur tarafı da kalmamış izlenimini veriyor. Özetle, neredeyse ortada yasak yok.
Acaba öyle mi? Belki de ortadan kalkan yasaklamalar değil de, Erken Modern dünyaya dinamizmini veren şeydir: Eleştirel pozisyon alma imkanımız… Yasak yoksa , ona yönelik muhalefet de yoktur. Belki özgürlüğün kendisi değil de illizyonu hepimizi susturmaktadır. Herkesin özgürlükten yana olduğu bir dünyada kim, kime , nasıl karşı çıkacak, direnecek, bu sayede de yeni varoluş ve düşünme imkanları üretecektir? Geçmişte apaçık gözüken kolay hedef niteliğindeki yasaklar, eleştirel pozisyon almayı da alabildiğine kolay hedef haline getiriyordu. Kuşkusuz, eleştirel pozisyon alanları da kolay hedef kılıyordu. Şimdilerde bu kolaylığın ortadan kalkışıyla bağlantılı olarak düşünce de tıkanıyor. Artık muhalefet üretemediğimizin (siyasal kanıtlarına hiç değinmeyeceğim) en azından mimari ve sanatsal kanıtları ortada. Sözgelimi, avangart söylem ve yaklaşımlar tarih olmuş gibi gözüküyor. Onları vareden dinamik, yasaklanmış olanı, kutsallaştırılmış ve kurallaştırılmış olanı, ya da sadece genelgeçer hale geleni hırpalamaktı. Yaklaşım ve düşünceler böylelikle daha doğdukları gün eskimiş oluyorlardı. Ütopik düşüncenin de benzer bir toplumsal dinamiğin ürünü olduğu söylenebilir. Bugünün kurulu düzeni ve onu kısıtlama kısıtlılıkları reddedilerek radaikal bir gelecek önerisinin altlığını oluşturuluyordu. Eleştirel pozisyonun yılıkışı, eskitilemeyen, dolayısıyla dönüştürülemeyen, çünkü insafsızca tartışılamayan bir düntada yaşamaya başladığımıza işaret ediyor. En azından Kuzey Kore, Libya, İran vb. Erken Modern geçmişe ait köhne yasaklamacı zihniyetler haricinde dünya böyle. Onlarda hala yasaklara direnmenin kolay eleştirel pratikleri çalışabiliyor. Avrupa ve ABD (ilginçtir, Türkiye) ise yepyeni bir sözde-özgürlükçü karanlık ufka işaret ediyor. Bunu isteyen bir ‘’ortaçağlaşma’’ olarak adlandırabilir. Muhafazakar taraftan bakanlar, durumu ‘’tarihin bittiği yer’’ olarak da okuyabilirler. Bense, totalitarizm, faşizm gibi terimleri anlamsız kılan yeni bir hiper-otoriter düşünce rejimine doğru ilerlediğimiz şeklinde yorumlamayı tercih ediyorum.
Özgürleşme imkanlarının genişlediğini düşünenlere, her ölçekte ve her estetik ve düşünsel alanda çevrelerine bir kez daha bakmaları önerilir.''